“Felsefi Bencillik” ile “Dinî Bireycilik” Arasındaki Fark

Felsefi açıdan bencillik, evrensel ahlak yasası olmadığını, kişinin sürekli olarak kendi çıkarlarını öncelemesi gerektiğini vurgular (egoizm). Bireyin eylemlerinin tek ahlaki nesnesinin, kendi menfaati olduğunu söyleyen bu tür bir ahlaki bencilliğin dinî açıdan anlamı olmadığ açıktır. Bizim vurgulamak istediğimiz “individüalizm” anlamında bireycilik ile “personalizm” de denilen şahsiyetçilik arasındaki farktır. Bunu belirlemek için öncelikle, dinî, siyasi, ekonomik ya da hukuki açıdan ele alınabilen ve açıklanabilen bireysel haklara dair öğreti olan bireycilik (individüalizm) ile sadece “bireyleri birbirinden farklı varlıklar” şeklinde tanımlayan ve ayıran “işaretler, numaralar, imler ve kodlar”ı içeren bireyselleşme arasındaki farkı görmek gerekir. Çünkü bu ayrımın temelinde hak ve sorumluluk kavramları yatmaktadır.

Bireycilik ve bireyselleşme kavramları, dindar insanın bireyselleşmesine katkıda bulunduğu gibi, kendi aralarındaki hak ve sorumlulukların belirlenmesine katkıda bulunmuştur. Haklarının bilincinde olan birey, seçme özgürlüğüne sahip olur ve yaptıklarının ahlaki yükümlülüğünü de üstlenir. Şahsiyetçiliği “egoizm” anlamındaki bencillikten ayıran nokta, burada billurlaşır; zira hak ve sorumluluk bilincine sahip birey, basit bir bencillik ve çıkarcılık peşine düşmez. Çünkü bireyselleşmenin gereklerinden olan özerk ve özgürlük, müstakil olma ve yaptık larından sorumlu tutulma anlamında olup, evrensel ahlaki kurallar ile ilahî emir ve yasaklardan müstağni olmayı getirmez.

Dikkat edilirse, buradaki bireyciliği tam anlamıyla karşılayan terim individüalizmden ziyade personalizmdir. Türkçeye “şahsiyetçilik” diye çevirebileceğimiz bu kavramsallaştırmada hayatın manevi yönünü ihmal eden materyalizm ile maddi boyutunu unutan spiritüalizmin açmazlarına düşülmez ve hayat bir bütün olarak kabul edilir. Bu öğretinin bencillikle hiç alakası yoktur; zira bu anlayışta başkalarıyla ilişki kurma, hayatı paylaşma, diğer insanlarla birleşip bütünleşmek eğilimi vardır.

Buradaki şahsiyetçilik, bireyden başlayıp aile ve topluma doğru açılan bir yelpaze gibidir. Kişi, hem şahsiyetini hem de toplumsal yönünü ihmal etmez. Kişide somutlaşan manevi/dinî değerler, böylece şahıslar arasına taşınır. Maddi ve manevi kurtuluşun sağlanması bu tür bir bireysellik ve toplumsallık işbirliğiyle sağlanır. Şahsiyetçiliği (personalizm) öncelemek, bölünmez bir bütün olan varlık anlamındaki bireyi, kendine yeterli görerek, onun bir nevi egoizme düşüp, hoyratlaşmasına ya da toplum içinde eriyip gitmesine engel olur. Nurettin Topçu’un ifadesiyle,^“İslam, bireyi sıradan bir bütün olarak görmeyip, sürüyü oluşturan unsurolmaktan çıkarmış, inançları ve benimsediği manevi hüviyetiyle iradesinin bağlandığı değerler sistemiyle birlikte ‘şahıs’ hâline getirmiştir.”