Dua nedir?

Arapçadaki dua kelimesi ve bunun aynı dilde karşılığı olarak gösterilen taleb, sual, niyaz ve nida sözleri Türkçede “istemek, seslenmek, çağırmak” anlamlarına gelmektedir. Dinî bir kavram olarak dua, bu sözlük anlamlarına uygun olarak kulun Allah’tan lütuf ve yardımını istemesi, Allah’ı yardıma çağırması olarak tarif edilmiştir; ancak istemeden önce isteklerin arz edildiği varlık olarak Allah’ın anılması, hatırlanması (zikir), verdiği nimetler vb. sebeplerle O’na teşekkür edilmesi (şükür) ve yüceltilmesinin (tesbih, tenzih, tehlil) ilk anlamdan daha önce ve önemli olduğu kabul edilmiştir. İbn Manzûr’a göre kavram olarak duanın ilk sırada Allah’ın birlik ve yüceliğini dile getirmek, ikinci sırada O’ndan maddi ve manevi lütuf ve nimetler ihsan etmesini istemek şeklinde iki anlamı vardır.1 Kısaca duayı, kulun Allah önündeki kulluk davranışının bütün çeşitlerini, bütün duygu, düşünce ve hareketlerini içine alan bir kavram olarak ele almak gerekir. Hz. Peygamber’in ifadesiyle dua, her türlü dinî davranışın esası, özü; davranışı ortaya çıkaran dinî motifdir.(Tirmizî, “Duâ”, 1)
Buna göre kulluk veya ibadet, Allah huzurundaki insanda çeşitli şekil ve kalıplar içinde görülen davranışlardır, fakat tezahür şekli ne olursa olsun, bütün bu davranışlarda bulunan itici güç, yani dinî duygu, duadır. Nitekim salât (namaz), belirli bir şekilde yerine getirilen dua şeklinde tarif edilmektedir.(Cürcânî, Ta’rîfât, s. 62; Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, II. 859-864)
Görüldüğü üzere dua, kulun Allah’a karşı gösterdiği kulluk davranışlarının içindeki esas unsurdur, özdür ve İslam literatüründe genel anlamda dua kavramı, bu özün –değişik kavramlarla anlatılan– çeşitli görünüşlerini de ifade eden geniş bir muhteva kazanmıştır. Dua fiiline, beraber kullanıldığı mefulleriyle bakıldığında bu kavramın dinî muhtevasını görmek mümkün olur. Buna göre dua, “kulun Allah’ı istemesi, yardıma çağırması, anması, Allah’a teşekkür etmesi, Allah’tan bir şey istemesi” demek olur. Başka ifadeyle kul, içinde bulunduğu şart ve sebeplerin tesiriyle bir şey için veya Allah için Allah’a yönelmektedir. Bu durumda dua kavramı, İslami dönemde yeniden teşkil olunan semantik alan içinde, dinî duygu ve yönelişin birbirine komşu olan zikir, tesbih, hamd, sena, şükür, tövbe, istiğfar, istiaze... vb. görünüşlerinin genel çerçevesini teşkil etmektedir.
İnsan içinde bulunduğu zor ve sıkıntılı durumlarda veya genellikle kötü durumlara maruz kalmamak için Allah’ı hatırlayıp içtenlikle aczini, güçsüzlüğünü ve suçluluğunu itiraf ederek O’ndan yardım ister (zikir, istiaze, istiane). Kötü durumdan kurtulma isteği, onu işlediği günah ve kusurlar sebebiyle pişmanlık duymaya ve kirlenmiş vicdanını temizlemeye, Allah’ı övüp yüceltmeye, af dilemeye sevk eder (zikir, tesbih, hamd, sena, tövbe, istiğfar). Bazen problem ve sıkıntıdan kurtulduğu, nimet ve rahata kavuştuğu için memnunluk duygularını dile getirir (şükür, hamd, senâ). Bazen tabiattaki nizam ve estetiğin derin müşahedesi ile mutlak kemal, güzellik ve gerçekliği sezen kişinin içinde meydana gelen yakınlık ve hayranlık duygularının ifadesi olur (zikir, tesbih, tekbir, tehlil). Sonuç olarak duanın en belirgin iki görünüşünün “istek ve zikir” olduğu söylenebilir.
Dar mânâsıyla dua, niyaz, tövbe, istiğfar ve istiazeyi istek; tesbih, tehlil, tenzih, hamd, sena, şükür gibi kavramları zikir başlığı altında toplayabiliriz. Türkçedeki “çağırmak” fiili bu iki mânâyı da ifade etmektedir.
Yardım ve inayetini vermesi için Allah’ı yardıma çağırmak, bir istek duası
iken, Yunus’un “Dağlar ile, taşlar ile çağırayım Mevlâm Seni / Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlâm Seni” şiirinde olduğu gibi kullanıldığın da ise bu fiilin bir çeşit, canlı ve cansız bütün varlığın tesbihine katılıp Allah’ı zikretmek anlamında kullanıldığı görülmektedir. Kısaca duanın, hangi şart ve sebeplerin tesiriyle vuku bulursa bulsun veya nasıl bir şekilde ve hangi terimlerle ifade edilirse edilsin, insanın Allah’a olan her türlü yönelişini özü itibarıyla içine alan kavram olduğu söylenebilir.
Psikolojik açıdan yapılan tahlillerde duanın, ilahî yardımın celbi için başvurulan genel bir ruhi mekanizma olduğuna işaret edildiği gibi, daha çok insanın Yaratıcısına doğru fıtri çekilişini, yakınlaşma isteğini ifade ettiği üzerinde durulmuştur. Bu yönüyle dua, zihnin maddi olmayan âleme doğru çekilmesi, bazen her şeyin değişmez ve üstün prensibinin huşu içinde bir temaşası, ruhun Allah’a doğru yükselişi, hayat denilen mucizeyi yaratan varlığa karşı bir aşk ifadesi, her şeyi yaratan kemal sahibi, kuvvet ve güzellik olan, herkesin kurtarıcısı ve hamisi olan görülmez bir varlıkla ilişkiye geçmek için yapılan bir gayret; Allah’ın durmadan taşan sevgi ve alakasına kulun verdiği bir cevaptır. (Douglas, Duâ ve İbâdet, s. 12)
Duanın tarifi yapılmaya çalışılırken duayla düşüncenin birbirinden farklı oluşu üzerinde durulmaktadır. İkbal’e göre dua ve ibadet, kâinatın dehşet verici sessizliği içinde, insanoğlunun kendisine bir cevap bulmak için hissettiği derin hasret ve iştiyakın ifadesidir. Tabiatı ilmî olarak araştırmak bizi Mutlak Hakikatle temasa geçirir. Bu da bir bakıma dua ve ibadettir; ancak dua ve ibadet, bu zihnî faaliyet için zorunlu bir tamamlayıcı olarak kabul edilmelidir. Âlim, ayak izlerine bakarak avını takip eden avcıya benzemektedir. Fakat istek ve arzusu onu bir müddet sonra öyle bir yere getirmelidir ki, orada ona ahunun ayak izleri değil, ahunun miski kılavuzluk etmelidir.6 Aslında tabiatın, üzerinde araştırma yapanlarda dinî şuurun uyanmasına yol açacak ve araştırmacıyı sonunda yüce bir Kudreti kabule, O’na dua ve sığınmaya sevk edecek uyarıcılar (âyât) ile dolu olduğu, Kur’an’da üzerinde durulan bir konudur. Ayete göre Allah’ın varlığını en iyi sezip O’nun kudretini en etkili şekilde hisseden ve dile getirenler âlimlerdir (Fâtır, 35/28).
İnsan aklının külli merak ve sebep arama prensibi onun dine açılışını sağlayan bir başka motif değeri taşır: Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için ayetler vardır. Allah’ı ayakta, otururken ve yatarken zikreder, gökler ve yerdeki varlık ve olaylar üzerinde
düşünür ve şöyle derler: “Rabbimiz Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin, bizi ateşin azabından koru” (Âl-i İmrân, 3/190-191).