Duanın Önemi nedir

Duanın önemi, Allah’ın duaya, yani yaratıkların O’nun yüceliğini tanıyarak O’nun etrafında, O’na doğru ve O’nunla ilişki içinde olmalarına verdiği değerden kaynaklanır. Dua ve ibadet insan açısından, onun yaratılışı gereği Allah’a doğru olan bir yönelişi gibi görülmesine rağmen, dinî metinlere göre, aslında dua ve ibadeti Allah ile kul arasında, Allah’ın rahmet ve şefkatinin, kulları tarafından tanınma isteğinin galip geldiği canlı bir ilişki ve haberleşme olarak görmek lazımdır.(Kuşeyrî, Risâle, s. 380)
Bir tefsire göre duada Allah ile kul arasında bir vasıta yoktur ve bu sebeple dua kulluk makamlarının en önemlisidir.(Râzî, Tefsîr-i Kebîr, X. 374, 375)

Gerçekte dua; varlıkların ve insanın yaratılışı, ilahî yüceliğin tanınması, başka bir ifadeyle insanın kulluk şuuru içinde Yaratanıyla ilişkiye girmesi gayesi taşır (Zâriyât, 51/56). Bir ayette insanın ancak Allah’a olan bu yönelişi (dua) ile değer kazandığı belirtilmiştir: “De ki: Eğer duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin” (Furkân, 25/77).

Allah, kuluna cevap vermek için onun, her ne vesileyle olursa olsun, kendine müracaatta bulunmasını istemektedir. Bu vesile varlığın müşahedesinden doğan bir hayranlık veya nimet içinde olmanın verdiği bir memnunluk duygusu olduğu kadar, insanı sıkıştıran ihtiyaç ve korkular veya yapılan kötü bir işten dolayı duyulan pişmanlık da olabilir: “Beni anın, Ben de sizi anayım.” (Bakara, 2/152); “Bana dua edin, cevap vereyim.” (Bakara, 2/186); “Ey müminler, hepiniz Allah’a tövbe edin, ta ki felah bulasınız.” (Nûr, 24/31); “Rabbinizden bağışlanma dileyin ve O’na tövbe edin, şüphesiz Rabbim çok merhametli ve çok sevendir.” (Hûd, 11/90); “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, Allah bütün günahları affeder.” (Zümer, 39/53).

Hatta suçluluk duygusu, insanın kusursuz olmadığını, Allah önünde zayıflık ve güçsüzlüğünü anlayıp iyi bir kul olmayı sağlayan duyarlığın doğmasına imkân verdiği için, ayrıca önem kazanmaktadır: Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, günah işleyip Kendisinden af ve mağfiret dileyen ve Kendisinin affedeceği bir kavim getirirdi.(Müslim, “Tevbe”, 11)
Bu durumda günah veya kötülük, insanın tövbe edip meşru sınırlar içine dönmesini sağlayan bir vicdan azabına yol açmaktadır: Günah, içinde rahatsızlık meydana getiren ve insanların bilmesini istemediğin bir şeydir.(Müslim, “Birr”, 14)

Kulun yapısı gereği kaçınamadığı günahlar, onun derin pişmanlık duygularıyla Allah’a yönelmesini sağlayan birer vesile olarak görülmektedir; bu yüzden kulun tekrar işlediği günahların affı için Allah’a yönelmesi, bir hadise göre, her defasında afla sonuçlanacaktır.(Müslim, “Tevbe”, 29)
İslami hayat anlayışında Allah her şeyin merkezinde bulunmaktadır ve bütün yaratıkların O’nun çevresinde, O’na doğru bir yöneliş içinde, daha doğrusu O’nun ilgi ve rahmetini çekecek bir başvuru içinde olması önem taşımaktadır. Allah açık bir şekilde insanın kulluk etmesini istemektedir. Hz. Peygamber’in ifadesiyle:
Allah için duadan daha değerli bir şey yoktur” (İbn Mâce, “Duâ”, 1) ve “Allah’tan ziyade övülmekten (medh) hoşlanan yoktur”.(Buhârî, “Tevhîd”, 15)
Allah Kendisinden bir şey istenmesinden hoşlanır, istemeyene gazap eder”.
Allah her gece dünya semasına iner, rahmetiyle tecelli eder ve Bana dua eden yok mu, cevap vereyim; Benden bir şey isteyen yok mu, istediğini vereyim; af dileyen yok mu, affedeyim, diye seslenir”.(Tirmizî, “Deavât”, 79)

Bir hadiste Allah’ın kendine tövbe edilmesinden duyduğu sevinç, çölde devesini kaybedip sonra bulan kimsenin sevincine benzetilmiştir.(Müslim, “Tevbe”, 2)
Bunlardan anlaşılacağı üzere Allah’ın inayet ve rahmetinin kula doğru açılması, onun samimiyetle Allah’a yönelip dua etmesine, O’nun önünde acz ve kusurluluğunu içtenlikle duymasına bağlıdır. Burada insanın yüce yaratıcısı önündeki kulluk pozisyonunu bozmamaya özen göstermesi son derecede önem arz eder. Ayete göre kibirlenerek Allah’a kulluktan kaçınanlar hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir (Mü’min, 40/60). Allah’ın kullarına karşı tutumunun genel karakteri sevgi ve şefkattir: “Rahmetim gazabımı geçmiştir”.(Buhârî, “Tevhîd”, 55)
Ancak kul için, özel durumlarda bu ilahî rahmet ve ilginin açılmasında ilk adımın onun tarafından atılması gerekmektedir. Peygambere Allah hakkında soru soranlara şöyle cevap vermesi istenmiştir: “Ben yakınım; biri Benden bir şey istediğinde onun duasına karşılık veririm” (Bakara, 2/186).
Allah’a yakınlaşmada ilk hareketin kul tarafından başlatılmasının ne kadar önemli olduğu şu kutsî hadiste de görülmektedir: Ben kulumun zannı üzereyim. Beni andığında Ben onunla beraberim. O Beni gizlice anarsa, Ben de onu gizlice anarım. O Beni bir topluluk içinde anarsa, Ben de onu daha hayırlı bir toplulukta anarım. Kulum Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşırım. O Bana bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. O Bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak varırım.(Müslim, “Tevbe”, 1; Tirmizî, “Deavât”, 132)

Bunlara göre bir mümin için hayatın hâkim motifi; onun yönünü Allah’a doğru tutan, O’nunla deruni ilişkiye sokan, böylece O’nun gözetimi altında ve O’nun rızasını kendi istekleri üstünde tutarak her türlü davranışını, bir bakıma ibadet ve dua hâline getiren dinî yöneliştir. Müslümanın hedefi, dıştan görünen kulluk davranışını derunî bir Allah şuuruyla birleştirmek ve bu şuuru daha canlı ve devamlı hâle (ihsan durumu) getirmektir. Hz. Peygamber günde yetmiş defa tövbe ettiğini ve böylece Allah’a şükreden bir kul olmak istediğini söylemiştir.(Buhârî, “Teheccüd”, 6)
Onun tavsiyesine göre Müslümanın dili devamlı Allah’ı anmakla taze kalmalıdır.(Tirmizî, “Deavât”, 4)
Yine ona göre Allah’ı anan ve anmayan arasındaki fark, diri ile ölü arasındaki fark gibidir.(Buhârî, “Deavât”, 66)
Allah’ı çok anmanın, tesbih ve duanın teşvik edilmesi (Ahzâb, 33/41, 42; Cum’a, 62/10; A’râf, 7/55; Mü’min, 40/14, 60, 65), inanmış insanın sabah akşam (İnsân, 76/25), ayakta dururken, otururken, yatarken –her durumda–
(Âl-i İmrân, 3/191), korku ve ümit içinde Allah’ı hatırlayan (A’râf, 7/56; Secde, 32/16), Allah anılınca kalbi ürperen (Enfâl, 8/2), Allah’ı zikredince içi rahat layan ve genişleyen (Ra’d, 13/28) kimse olarak tanımlanması, zikir ve duanın dünya ve ahirette sağladığı fayda ve sevaplara işaret edilmesi, öyle görünüyor ki, daha Hz. Peygamber döneminde, bazı kimseleri belli kelime ve dua formüllerini çakıl taşı vb. şeylerle sayarak tekrar etmeye sevk etmiştir. Hz. Peygamber uzun vakit alan bu tesbih yerine “daha kolay ve faziletli” olduğunu belirttiği dua formülleri öğretmişti. (Tirmizî, “Deavât”, 104; Ebû Dâvûd, “Salât”, 3599

İbadet ve duanın kulda, Allah şuurunu daha canlı ve devamlı hâle getirmek suretiyle, ahlaki bir hayat için gerekli duyarlık ve özgeciliğin, ayrıca problemleri akılcı bir şekilde çözmeye, hayatı daha mutlu kılmak için lazım olan bir zihin duruluğu, moral güç, sağduyu ve ferasetin gerçekleşmesine imkân vermesi beklenir. Bu durumda dua gerçek bir tevekkül hâlini alır, yani bir problemi çözmenin veya önlemenin gerekli bütün yolları, Allah’a dayanmanın sağladığı sükûnet ve güçle araştırılır, uygulanır ve sonucun hayırlı olması Allah’tan beklenir. Genellikle insan, gerekli tedbirleri aldığı hâlde, akıl ve bilme gücünün çok sebepli ve karmaşık hayat olaylarını anlama ve düzenlemede yeterli olmadığı duygusuna kapıldığında, duayla sonucun beklentisi yönünde veya müspet olmasını Allah’a bırakır. Ne var ki, insanın aceleci ve kolaycı tabiatı, zaman zaman onu isteklerinin bazı dua klişelerini sadece okumak, tekrar etmek veya yanında bulundurmak, yani duayı bir çeşit sihir tekniği gibi kullanmak suretiyle gerçekleşmesini beklemeye sevk etmektedir.

Kur’an’da, duanın sadece Allah’a yöneltilmesi önemle belirtilmiştir. Allah’tan başkasına, putlara veya kendisine mutlak nitelikler izafe edilen yaratıklara dua ve ibadet edilmemesi, Kur’an’da üzerinde ısrarla durulan bir husustur: “Allah’tan başka bir ilaha tapma, dua etme; zira O’ndan başka ilah yoktur.” (Kasas, 28/88); “Allah’tan başka sana fayda ve zarar veremeyen şeylere dua etme. Eğer bunu yaparsan zalimlerden olursun” (Şuarâ, 26/213).
Gerçek dua, O’na yapılandır. O’ndan başkasına dua edenler herhangi bir karşılık alamazlar. Kur’an’ın tasvirine göre bunlar, ağzına su gelsin diye suya doğru ellerini açan, fakat elleri boş kalan kimselere benzer (Ra’d, 13/14). Yine Kur’an’ın ifadesine göre bunlar, atalarına körükörüne bağlılık gösterenlerdir (Şuarâ, 26/72, 73); onlar doğru bilgiye değil, kafalarının uydurduğu boş bir kavrama, zanna uymakta ve kendilerine yazık etmektedirler (Yûsuf, 12/40; Yûnus, 10/66; Hûd, 11/101). Oysa Allah’tan başka dua edilenler de Allah’ın kulu ve yaratıklarıdır (A’râf, 7/194, 195; Nahl, 16/20); en küçük bir şeye sahip değildir, bir şey yapamazlar (Mü’min,
40/20), bir sinek bile yaratamazlar (Fâtır, 35/13; Hac, 22/73); ne kendilerine, ne başkalarına yardım edebilirler, onları sana bakıyor gibi görürsün, fakat onlar görmezler (A’râf, 7/197, 198). Bu sebeple Allah’tan başkasına dua etmek “açık bir sapıklıktır” (Hac, 22/12, 13) ve “kâfirlerin yaptığı dua da boşa yapılmış bir duadır” (Mü’min, 40/50).