Allah’ı anmanın ve O’na sığınmanın, Allah için değerli ve hoşnutluk verici olması yanında, kul açısından bu suretle O’na duyulan yakınlık sonucunda yakın veya uzak birçok fayda ve karşılık görüleceğine dair hayli belge vardır. Genel kural olarak, İnsan için ancak yaptığının karşılığı vardır. Onun çalışması şüphesiz görülecektir, sonra ona karşılığı eksiksiz verilecektir (Necm, 53/39, 40, 41).
Kim iyi bir iş yaparsa kendisi için yapar, kim kötülük ederse kendine kötülük eder (Câsiye, 45/15).
Yine Kur’an’a göre dua edene Allah karşılık verir (Mü’min, 40/60) ve Allah’ı anan kimseyi Allah da anar (Bakara, 2/152). Cum’a Suresi’nde açıkça, Allah’ı çok zikretmenin sonucu olarak felah (kazanç, kurtuluş) bulunacağı (62/10); ayrıca Tirmizî’nin naklettiği bir hadiste genel olarak duanın başa gelmiş ve gelecek zorluklara karşı fayda verdiği belirtilmiştir.(Tirmizî, “Deavât”, 102, 115)
Naslardan çıkarılmış dua durumlarıyla ilgili listedeki isteklerin önemli bir kısmının, hayat ve şahsiyetin korunması amacına yönelik oluşu, nazarî olarak duanın fayda verdiğine inanmayı gerektirir. Bununla beraber, duanın kabulünde, Hz. Peygamber’in açıklamasına göre, birkaç alternatif söz konusudur. Dua edene istediği, ya bu dünyada hemen verilir, ya ahirete saklanır, ya da üzerinden istediği iyilik kadar kötülük giderilir.(Ahmed b. Hanbel, Müsned, III. 18)
Gerek ihtiyaçlar ve hatalar yüzünden Allah’a başvurma, gerekse nimetleri ve Yaratıcımız olması sebebiyle O’nu hatırlama ve anmanın sonucu olarak gönülde Allah’ı kuvvetle hissetmek, ayetlere göre, kişide psikolojik bakımdan bir rahatlık, huzur ve mutluluk doğurduğu gibi, bu yakınlaşma bir bakıma ahlaki bir arınma ve yücelmeye de yol açmakta, gelişim safhalarındaki takılma ve sapmaların önlenmesinde ve şahsiyetin bütünlenmesinde yapıcı bir fonksiyon icra etmektedir.
Bir kutsî hadise göre dua ve ibadetle meydana gelen yakınlaşma, Allah’ın sevgisine ve bu sevgi de kulda duyarlı bir vicdan ve sağduyu doğmasına yol açar. Böylece Allah onun için her durumda uygun olan davranışı bulmasını sağlayan bir iç dinamik ve sağduyu hâlini alır.(Buhârî, “Rikâk”, 38) Hz. Peygamber duanın, işlenen hata ve suçların insan vicdanındaki izlerini gideren ve ruhi arınma meydana getiren bu tesirini net olarak ifade etmektedir:
Allah’ım, hatalarımı kar ve dolu suyuyla temizle, beyaz elbiseyi kirden arındırdığın gibi kalbimi arındır.(İbn Mâce, “Duâ”, 3)
Bununla beraber, dinde yapılan iyi iş, dua ve ibadetlerin daha ziyade uhrevi neticeleri üzerinde durulduğuna işaret etmek gerekir. Bir bakıma önemli olan sonuç ve fayda, öbür dünyadaki ecir, sevap ve mutluluktur. Fakat bir Müslümanın davranışlarında uhrevi sonuçları gözetirken, aynı zamanda bunların bu dünyadaki olumlu sonuçlarını da beklemesini tabii saymak gerekir. Aslında Kur’an’da öğretilen bir duaya göre Rabbimizden dünya için de ahiret için de iyilik, güzellik istemek gerekir (Bakara, 2/201; Nahl, 16/122). Kur’an’da insanın kulluk için yaratıldığı belirtilirken Hz. Peygamber de gönderilme amacının insanın bu dünyadaki ruh sağlığı ve olgun kişilik özelliklerine sahip kılınması olduğunu vurgulamıştır.(Mâlik b. Enes, “Hüsnü’l-hulk”, 8)
Duaların kabul edilmesinde, dua edilirken yaşanan dinî şuur yoğunluğunun önemine işaret edilmiştir. Böyle bir durumda Allah, insan şuurunun yegâne konusu olur, başka ilgi ve istekler silinir, duygusal gerginlik insan vicdanını temizler ve Allah’a açık bir hâle getirir. Kur’an’da bu durum kişinin “dini Allah’a has kılması” olarak tanımlanmıştır (Mü’min, 40/14, 65). Bir hadiste kişinin mutlaka karşılık alacağına inandığı bir ruh hâli içinde olması gerektiği, gafil bir kalpten gelen duanın kabule yakın olmayacağı belirtilmiştir.30 Dualarının kabul edileceği bildirilen kimselerde görülen ortak durum, etken ne olursa olsun, şuurun dinî bir renkle kaplanmış olması hâlidir. Bir tehlike veya zulüm karşısında çaresiz kalan kimse, kalbi tamamen hasbi sevgiyle dolu anne baba, başkasının iyiliğini isteyen kişi, toplum için çalışan adil bir başkan ve Allah için fizyolojik isteklerini frenleyen oruçlu –hadise göre–, duası geri çevrilmeyecek kimselerdir.31 Bir hadiste Allah’ın mazlumun duasını bulutlar üzerine kaldırdığı ve ona gök kapılarını açtığı, zaman içinde mutlaka ona yardım edeceğine yemin ettiği belirtilmiştir.32 Hz. Peygamber uzunca bir hadisinde, bir mağarada kapalı kalan üç kişinin, daha önce Allah’tan korkarak ve O’nun rızasını gözeterek kötülük yapmaktan vazgeçmeleri sebebiyle dualarının kabul olunduğunu ve mağaradan kurtulduklarını anlatmıştır.33 Ayrıca duanın, bir günahın işlenmesine veya akrabalık ilişkisinin kesilmesine yönelik olmaması ve kabulünde acele edilmemesi de kabul için gerekli şartlar arasında sayılmıştır.(Tirmizî, “Deavât”, 9, 12)
Gazâlî, olayların belli sebeplere bağlanmış olduğunu, kalkanın oktan korunmak için, suyun bitkilerin büyümesi için bir sebep olması gibi, duanın da sıkıntı ve belayı defetmek, Allah’ın rahmetini çekmek için bir sebep olduğunu belirtmiştir. Ancak dua sonucu meydana gelecek bir değişiklik de, onun izahına göre, yine tabii sebep-sonuç ilişkisi içinde meydana gelir. Allah “savaş için gereken hazırlığı yapın” (Nisâ’, 4/71) derken silah kuşanmamak; Allah takdir ettiyse çıkar, etmediyse çıkmaz diyerek tohumu saçtıktan sonra toprağı sulamamak, Allah’ın takdirine uymak değildir.35 Buna göre, bir şeyin olmasını sadece istemek, Allah’ın bu sonucu meydana getirmesi için yeter sebep olmaz. Bir hadise göre, deveyi bağlamak, sonra Allah’a güvenmek gerekir.(Tirmizî, “Kıyâmet”, 60)
Aslında dua, insanın ihtiyaç ve problemi üzerinde yoğunlaşarak, durumu açık olarak anlamasına, ifade etmesine ve Allah’la ilişkinin sağladığı sükûnet ve zihin duruluğu içinde bunların makul hâl tarzlarını bulmasına imkân verir. Elinden gelen her şeyi yapan ve çaresiz kalan kişiye, Allah’a olan samimi yönelişi bazen mucizevi bir şifa, kurtuluş ve aydınlık sağlar. Çaresiz kalmış bazı hastalarda duanın şifa verici tesirine şahit olunduğu bilinmektedir.37 Bir ayette başa gelen zorluk ve sıkıntılı durumlarda hem sabır ve direnme göstermek, hem de namaz ve duayla Allah’tan yardım istemek tavsiye edilmektedir (Bakara, 2/45, 153). Zira zikir ve dua, ayetin belirttiği gibi, psikolojik bir rahatlık, güç ve moral verir (Ra’d, 13/28) ve bir hadiste tasvir edildiği üzere, Allah’ı ananları melekler kuşatır, üzerlerini rahmet ve sekinet kaplar.(İbn Mâce, “Edeb”, 53)
Duanın kabul edileceği konusu, ahiretteki sonuçları bakımından bir açıklama güçlüğü doğurmaz. Dua, zikir, tesbih gibi fiillere sevap, hasene, günahların affı, çeşitli cennet nimetleri, azaptan korunma gibi karşılıklar verilecektir.39 Ancak duanın dünyadaki tesiri, özellikle istek dualarının bir sonuç doğuracak sebep olarak görülmesi, bu konuyu –ister istemez– kaderle ilgili münakaşaların içine çekmiştir.
Varlık âlemi belirli tür, biçim ve niteliklerle yaratıldığı gibi, bunların zaman içinde bozuluş ve tekrar meydana gelişlerini de Allah’ın belirlediği sebep-sonuç ilişkileri tayin etmektedir. Maddi ve sosyal olayların belli bir düzen içinde meydana gelmesini sağlayan ve değişmez olduğu bildirilen bu kanunlara Kur’an’da “sünnetullah” denilmektedir (Ahzâb, 33/62; Fâtır, 35/43; Fetih, 48/23). Tabiat olaylarının, Allah’ın iradesi veya ezelde belirlediği sünnetullaha uygun olarak meydana geldiği konusunda herhangi bir problem yoktur. İnsanın fiillerinin belli bir sebep-sonuç ilişkisi içinde cereyan ettiğinde de şüphe yoktur. Ancak, buradan sonra dua açısından da önemli bazı sorular ortaya çıkmaktadır:
1. Allah’ın ilim ve iradesi, insan iradesini de bağlayıcı ve tayin edici midir?
2. Dua nasıl tesir etmektedir: İnsanın duası, Allah’ın belirlediği kader veya sünnetullahın dışında (metapsişik) bir netice almaya mı yöneliktir, yoksa Allah’tan sebep-sonuç ilişkisini iyi bir netice doğuracak şekilde yönlendirmesi mi istenmektedir, yani dua bir bakıma, sonuç elde etmek için normal bir sebep mi sayılmalıdır?
Bazı kimseler Allah’ın takdiri değişmeyeceğine göre dua etmenin fayda sağlamayacağını ileri sürmüşlerdir. Bunlara göre talep edilen şeyin olacağı veya olmayacağı Allah nezdinde biliniyorsa, her iki durumda da dua etmek faydasızdır. Ayrıca Allah’ın biliyor olmasına rağmen ihtiyaçları O’na hatırlatmak kulluğa yakışmaz. Fahreddîn er-Râzî bu iddialara İslam âlimlerinin kısaca şu şekilde itiraz ettiklerini aktarmıştır: Kadere dayanarak duayı reddetmek yerine duayı da kader ve takdirin bir parçası olarak görmek gerekir; ezelde takdir edilen durum duaya bağlı olarak belirlenmiştir, çünkü Allah’ın kaza ve kadere önceliği vardır.(Râzî, Tefsîr-i Kebîr, V. 97-101)
Gazâlî, “Allah’ın takdiri değişmeyeceğine göre duanın ne faydası vardır?” sorusuna şöyle cevap vermektedir: Olaylar önceden sebep-sonuç olarak birbirine bağlanmıştır. Sebeplerin sonuçları doğurması zaman içinde meydana gelir. İyilik veya kötülüğü takdir eden, bunlar için bir sebep de takdir etmiştir. Dua kötülüğün giderilmesi veya iyiliğin sağlanması için bir sebeptir. Duanın bir faydası da kalpte Allah inancının yerleşmesini sağlamasıdır ki, bu da ibadetin hedefidir.(Gazâlî, İhyâ, I. 328, 329)
Tasavvufi eserlerde duanın dünyevi dert ve ihtiyaçların giderilmesinde etkili olduğunu gösteren birçok örnek verilmiştir. Bununla beraber bir sufi için duanın istek ve ihtiyaçların giderilmesine yaraması önemli değildir. Onun için önemli olan, duanın Allah’a duyulan iştiyakın dili ve O’nunla doğrudan haberleşmenin bir vasıtası oluşudur. Bazı tasavvuf erbabına göre ilahî hüküm ve kaderin cereyanı karşısında susmak ve hiçbir arzuya sahip olmamak en uygun tutumdur.(Kuşeyrî, Risâle, s. 373-380)
Sonuç olarak denilebilir ki, kul duayla, önceden belirlenen kaderde bir değişiklik istemiş olmaz. Dua ve sonucu dahi Allah’ın bilgisi dâhilindedir. Ayrıca olaylar sebeplere bağlı olarak meydana geliyorsa, dua da bu sebeplerden biridir. Hz. Peygamber’in açıklamasına göre, insan ancak bir işin olması için tabii sebeplerine başvurduğu takdirde, kaderde olan sonuç ona kolaylaştırılmış olur.43 Dua, zikir, tövbe… gibi insanı yaratıcısı karşısına getiren veya şuurunda Allah’ı kuvvetle duymasını sağlayan durumlar, aslında ahlaki temizlenme, zihnî duruluk, emniyet ve moral güç meydana getiren tabii bir sebep olarak görülmelidir. Duayla, bu sonuçlar
arasında tabii bir ilişki vardır. Sağlanan bu ruh durumları, dua sonucunda meydana gelmesi istenen neticeyi çok kere doğrudan gerçekleştirdiği gi Buhârî, “Kader”, 2, 4; Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, I. 663. bi, çok kere de bu neticeyi elde etmenin makûl yollarını gösteren bir sağduyunun esas yapısını teşkil eder ve bazen her türlü tedbire ve sebeplere başvurduktan sonra, temiz bir kalp ve samimi bir imanla yapılan bir dua mucizevi sonuçlar doğurabilir. Ancak, hastalığın geçmesi için dua etmesini isteyen bir hanıma Hz. Peygamber’in sabretmesini tavsiye etmesi, problemler karşısında tabii tedbirlere başvurmak yerine, müminlerin kolaycı bir yol istemelerine yol açmak istemediğini göstermektedir.44
