İslam dininin akla ve mantığa uygunluğunun en temel sebebi, fıtri oluşudur. Bir başka ifadeyle, insan tabiatını ve onun evrendeki yeri ve konumunu gerçekçi bir şekilde görmesi ve değerlendirmesidir.
Bu itibarla, İslam’ın en doğru anlaşılmasının olmazsa olmaz şartı, onun insana yönelik bu tavrının kaynağını teşkil eden Kur’an’nın ortaya koyduğu dünya görüşünün (Weltanschauung) merkezinde yer alan insan anlayışının çizdiği çerçevede bireyin (individual) doğru kavramlaştırılarak, akıl ve mantıkla çatıştırmadan kavranmasıdır.
Ancak, bu kavramlaştırma yapılırken, düşünce tarihinin insana ilişkin ortaya koyduğu görüş ve yorumların da birer veri olarak göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Böylece, insanlığın kendine dair düşünce ve algılarının ortak ve paylaşılabilecek noktaları da ortaya konmuş olacaktır.
Gündelik hayatın akışı içerisinde kullanılan birçok sözcük vardır ki, çoğu zaman tam olarak ne anlam ifade ettikleri bilinmeden kullanıldıklarından, bu sözcüklerin işaret ettikleri kavramlar bir biri içerisine girerek kavram kargaşası denilen “zihin bulanıklığı” meydana getirmektedir. Oysa insan, dili (lisan) aracılığıyla düşünebilen ve böylece problemlerini çözebilen bir varlıktır. Hatta, çok sayıda dilbilimcinin hemfikir olduğu gibi, konuşulan dil sadece bir düşünme aracı olmayıp, bizzat düşünceyi ve her türlü insan davranışlarını ve eylemlerini (yapıp etmelerini) etkisi altına alarak onları şekillendiren bir fonksiyona da sahiptir.
Bu itibarla, dilin düşünme sürecinin hammaddesi olan fikir ve kavramları sembolize eden bir araç olduğu göz önüne alındığında, onun açık-seçik ve doğru olması, ortaya konacak eylemleri de sağlıklı ve işe yarar kılacaktır. Bu bakımdan ele alınan herhangi bir konu hakkında bilgi vermeye, o konunun dayandığı kavramları ifade eden terimlerin, sözcüklerin mümkün olduğunca doğru anlamlarıyla başlamak, gerekli görülmektedir.
Son zamanlarda günlük söylemde yerini alan ve sıklıkla kullanılan “birey” sözcüğüyle dile getirilmek istenen kavrama yüklenen anlamlar konusunda zihinlerin pek berrak olmadığı gözlenmektedir.
Nitekim “birey”, “kişi”, “şahıs”, “insan”, “fert” gibi kelimeler çoğu zaman eş anlamlı olarak kullanılabilmektedir. Bu durum ise anlatılmak istenen şeyin anlaşılmasını zora sokmaktadır. Birey sözcüğü, “fert” ya da Batı dillerindeki “individuum”, “individu”, “individual” gibi kelimelerin karşılığı olarak kullanıldığında “tek”, “eşsiz”, “yegâne”, “bölünemeyen”, “parçalanamayan bütün”, “nevi şahsına münhasır”, “biricik” anlamlarına gelmektedir. “İnsan” anlamında kullanıldığında ise, insanın bir tür olarak tekliği yanında onun mahiyeti icabı “bölünemez bir bütün” olduğu ifade edilmek istenmektedir. İnsanlardan müteşekkil bir topluluğun ya da toplumun üyelerinden her birini ifade etmek için birey sözcüğü kullanıldığında, niceliksel bir anlam ifade etmektedir (Herkesin “ferden” hesap vermesi gibi).
“Birey” sözcüğü, aynı zamanda, insanın topyekûn, hayat karşısındaki “duruşunu”, “durumunu” ortaya koymak için de kullanılmaktadır.
Ancak, her insanın olaylara yaklaşımı ve çözüm biçimi “bireysel”, yani bireye özgü olmayabilir. O bakımdan, her insanın olaylar karşısındaki durumu kişisel veya toplumsal şartlara bağlı olarak bireysel olamayacağından “bireylik” problemi yaşanacaktır. Bir başka ifadeyle, insan, çevresine yönelik olarak, kendisini hemcinslerinden ayırarak farklı kılan niteliklerini gerçekleştiremediğinde, “bireyliğini” ortaya koyamayacaktır.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, insan mahiyeti yönüyle parçalanamaz, bölünemez bir bütün olması sebebiyle “birey” iken, genellikle toplumsal sebeplerden ötürü birey olma, yani “bireylik” sorunu yaşayabilmektedir.
Tarihsel süreç içerisinde “birey” ve onun türevleri olan “bireylik”, “bireysellik”, “bireycilik” ve bunların karşıtı olarak ortaya çıkan ya da öne sürülen “toplum”, “toplumsal”, “toplumculuk” gibi kavramların anlaşılabilmesi ve yerli yerine oturtulabilmesi için, öncelikle insan denen varlığın mahiyetine ve özelliklerine dair bazı bilgilere değinmek gerekmektedir.
