Bizzat Hz. Peygamber’in kendisi başta olmak üzere, İslam’ın ilk muhatapları Arap kavmine mensup idiler. Bu sebeple, Kur’an-ı Kerim Arap diliyle nazil olmuş ve hatta onun Arapça olması, Hz. Peygamber’in nübüvveti hakkında bir delil olarak sunulmuştur (Yûsuf, 12/2; Ra’d, 13/37;
Tâhâ, 20/113; Şuarâ, 26/195; Zümer, 39/28; Fussilet, 41/3, 44; Şûrâ, 42/7; Zuhruf, 43/3;
Ahkâf, 46/12). Bu durumda, Kitap, sünnet ve sahabe görüş ve uygulamalarının anlaşılabilmesi için Arapçanın bilinmesine ihtiyaç vardır. Ancak, bir Müslümanın, mükellef olduğu ibadetleri ifa sırasında okuması gerekli olan dua ve zikirleri, kullanmak istediği herhangi bir dille mi, yoksa din tarafından tayin edilmiş bir dille mi okuyacağı hususu, adı geçen ibadetlerde dille ilgili herhangi bir şartın bulunup bulunmamasına bağlıdır. Özellikle namaz sırasında, Kur’an ayetlerinin Arapça orijinal ibareleriyle okunması gerektiği konusunda ısrarcı olan bilginler, namaz kılmak isteyen kişinin bundan âciz olması hâlinde, Allah’a hamd ve O’nu tesbihle ilgili birtakım kelimeler okumasını tavsiye etmiş, hatta bu kelimeleri de okuyamaması hâlinde onun susmasını yeterli görmüşlerdir.
Ancak, toplu ibadetlerde Kur’an’ın orijinal ibarelerini okumak, hem Kur’an’ın tanımına, hem de İslam’ın evrenselliği ilkesine daha uygun bir davranış olacaktır. Öte yandan dua ve zikir gibi çeşitli ibadetlerin etkisi, onların niyet ve şekil şartları içerisinde olduğu kadar, söz konusu ibadetlerde kullanılan kutsal dilin ses, anlam ve akisleri içinde de gizlidir.
Çünkü din, yalnızca akıl ve zihne yönelen salt felsefe veya teoloji olmayıp, ruh ve beden varlığını bütünleştirmeye çalışan ilahî bir mesajdır.
Öte yandan, İslam dini ibadetlerin, sadece şeklî merasimler veya musiki parçalarının okunduğu, sanatsal gösteriler hâline getirilmesini de caiz görmez. Çünkü İslam dini ibadetleri, birtakım duygu ve hazların ağır bastığı bir sanat faaliyeti olmaktan ziyade, akla dayalı bir tefekkür, niyet ve azimet olarak kabul etmiştir. Bunun içindir ki, Kur’an-ı Kerim, cahiliye döneminde müşriklerin Kâbe’de çeşitli müzikal ses ve hareketlerle icra ettikleri dua ve ritüelleri gerçek bir ibadet olarak değil, sadece “ıslık çalmak ve el çırpmak” gibi kuru gürültü olarak nitelendirmiştir (Enfâl, 8/35). Kur’an’ın okunuşu sırasında görülen musiki ise, sadece onun harf ve kelimelerinin doğru bir şekilde telaffuz edilmesi neticesinde ortaya çıkan, tabii bir güzelliktir ve Kur’an-ı Kerim’in ebedîliği, onun yüksek müzikal değerinden ziyade, lafzındaki belagat ve fesahata, ayetlerinin içerdiği yüce hakikatlere ve hikmet dolu ilahî hükümlerine dayanmaktadır.
