İbadetlerin, soyut dinî inanç ve duyguların somut ifadeleri olmaları sebebiyle sembolik; çeşitli dinî, sosyal, kültürel ve psikolojik duygu ve düşünceleri besleyip geliştirmeleri sebebiyle öğretici ve eğitici (didaktik); nihayet kutsalla ilişki ve rabıta kurulmasını sağlamaları sebebiyle de mistik ve metafizik fonksiyonları bulunmaktadır.
İbadetler, yalnızca kul ile Allah arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir biçimde sürdürülmesini sağlamakla kalmaz; aynı zamanda, ferdin hem kendisi hem de toplumla olan ilişkilerini doğrudan veya dolaylı olarak etkiler. Bu sebeple, bilinçli olarak ifa edilen ibadetler, kişiliğin gerek içe, gerekse dışa dönük yönünün gelişmesine yardımcı olur; insanın günlük idrak ve faaliyetlerine yeni anlamlar kazandırır ve ona çeşitli hedefler gösterir. Bir bütün olarak ibadetler, insanın güçlüklere katlanma ve zorluklarla mücadele etme, sıradan benliği aşarak hemcinslerine karşı engin bir anlayış ve hoşgörüyle davranma yeteneklerini geliştirir.
İbadetler, insanları sadece maddi değerlere bağlanıp kalmaktan kurtararak, düşünce ve fikirlerini daha geniş ufuklara yükselten bir amildir. Bütün şartları yerine getirilerek ve içerdiği hikmet ve mânâları bizzat duyularak ve hissedilerek yapılan ibadetler, insanı hem dünya hayatında hem ahiret hayatında gerçek mutluluğa götürür. Bilinçli olarak Allah’ın huzurunda olduğunu hisseden insan, daima O’nun kontrolünde bulunduğunu düşünerek, hayatını O’nun emir ve yasakları, helal ve haramları çerçevesinde düzenler. Böylece, ibadetler insanın sadece Yüce Tanrı ile olan ilişkilerini değil, aynı zamanda diğer insanlarla olan ilişkilerini de olumlu yönde etkiler. Bu şuurla yapılan ibadet ise, insanın dinî hayattaki en yüksek derece olan “ihsan” mertebesine ulaşmasını sağlar. Meşhur Cibril Hadisi’nde, Hz. Peygamber Efendimize, “İhsan nedir?” diye sorulduğu zaman, “Allah’a sanki sen O’nu görüyormuş gibi ibadet etmendir.
Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da muhakkak O seni görüyor”(Buhârî, “İmân”, 37; Müslim, “İmân”, 7) şeklinde cevap vermiştir. Böyle bir şuurla yapılan ibadet, ahlakımızın güzelleşmesini sağlar. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de, “Muhakkak ki, namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 29/45) buyrulmuştur.
Ahlakın güzelleşmesine hizmet etmeyen bir ibadet, bilinçsizce yapılmış birtakım hareketler demek olacağından, bu tür ibadetlerin büyük bir değeri yoktur. Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz, “Nice oruç tutan kimse vardır ki, onun orucundaki hissesi aç ve susuz kalmaktır. Nice (gece) namaza kalkan kimse de vardır ki, onun namazındaki payı uykusuz kalmaktır.”(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II. 373) buyurmuştur. Şayet, bazı Müslümanlar ibadet yaptıkları hâlde, içlerinde derin bir sevinç ve mutluluk duymuyor, ahlaken güzelleşmiyor ve yaşantılarıyla etraflarındaki insanlara örnek olamıyorlarsa, bu durum, onların gerçek anlamda bir ibadet şuurundan yoksun olduklarını ve ibadetlerini sadece şeklî olarak yerine getirdiklerini gösterir.
İlahî emirlere uygun olarak yapılan bütün dünyevi âdet ve muamelelerin daima kutsî ve manevi bir niteliği mevcut olduğu gibi, iba detlerin de birtakım maddi faydaları vardır. İbadetler insanı ruhen ve bedenen sağlam tutar; onu ruhi, bedenî ve hatta mali sıkıntılara karşı korur. Kur’an-ı Kerim’de ahiret inancı, azap korkusu, iffetli olma, emaneti koruyup sözünü yerine getirme, şahitlikte dürüstlük gibi itikadi ve ahlaki ilkeler yanında, kalplerin ancak Allah’ı zikretmekle huzura kavuşacağı (Ra’d, 13/28; Zümer, 39/23), namaz ve orucun kişiyi zararlı duygulardan ve kötü davranışlardan alıkoyacağı (Ankebût, 29/45), namazın ve mali ibadetlerin insanı bencil ve yıkıcı düşüncelerden koruyacağı (Me’âric, 70/19-27), özellikle yardım ve infakın insan tabiatındaki cimrilik ve bencillik duygularını gidereceği (Âl-i İmrân 3/180; İsrâ’, 17/100; Furkân 25/67) belirtilmiştir. Yine, bu çerçevede, belirli bir zaman ve mekân boyutu içerisinde gerçekleştirilen bedenî ve mali ibadetler, insana zaman ve mekân bilinci kazandırır. Beş vakit farz namazlar, Cuma, teravih ve Bayram namazları, Ramazan orucu, zekâtın yıllık olması, hacdaki tavaf, Arafat’taki vakfe, insana zaman ve mekânının değerini ve onların israf edilmemesi gerektiğini hatırlatır. Şüphesiz böyle bir şuur, insanlara birtakım ekonomik, sosyal ve kültürel bilinç ve hedefler de gösterecektir.
Topluca yapılan ibadetler hem toplumsal eşitliğin sağlanmasına ve güçlendirilmesine katkıda bulunur hem de ibadet edenler arasındaki makam, mevki veya ırk üstünlüğü gibi duygu ve ayırımları ortadan kaldırarak, sosyal bütünleşmeye yardımcı olur. Bu sebeple toplu ibadetler, yaratılışımızda bulunan temel birlik ve eşitliği, günlük yaşantımızda bir gerçek olarak ortaya koyabilmemiz ve gösterebilmemiz için en önemli fırsatlardan biridir. İslam dini, günlük beş vakit namazlardan, hac ibadeti için gidilen Mekke’deki Mescid-i Haram’da kılınan muhteşem toplu namazlara ve Arafat’ta hıçkırıklar ve cûş u hurûş içerisinde yapılan tövbelere ve bütün insanlığın iyiliği için yapılan dualara kadar çeşitli ibadetleriyle, insanlığın birlik ve dirliği için geniş imkânlar sağlamış ve ibadeti topluma mal etmek suretiyle, ruhani tecrübe ve tecellilere, toplumsal ve kolektif bir nitelik kazandırmıştır. Ayrıca, insanlar, ibadet için bir araya geldiklerinde, dikkatlerinin tek bir noktaya çevrilmesinden ve aynı muharrik için gönüllerinin açılmasından başka bir amaç gütmezler.
Böylece, cemaat hâlindeki bir insanın sezgi gücü, tek başına bulunduğu sıradaki sezgi gücünden daha fazla artar. Duyguları öyle şiddetlenir ve iradesi öylesine harekete geçer ki, hemcinslerinden uzak kaldığı veya yalnız olduğu zamanlarda, aklının ve kalbinin bir köşesinden bile geçirmediği çeşitli yüksek düşünce ve duyguları hisseder. Sonuçta, ister ferdî ister toplu olarak ifa edilsin, ibadetler sayesinde insan, dünya hayatında dinamik ve faal bir unsur olarak, kendi yerini ve değerini keşfeder
