İbadetlerle İlgili Genel Kurallar

İbadetlerin hakikati, sadece vücutla yapılan bazı hareketler veya birtakım şekiller değildir. İslam’a göre, ibadetlerin kabulünde ihlas ve samimiyet esastır (bkz. Şuarâ, 26/88-89; Zümer, 39/2, 11, 14; Beyyine, 98/5).
İbadet; mahiyeti idrak edilemeyen, fakat varlığı, sonsuz kudret ve azameti her yerde hissedilen, zahirî sebeplerin üzerinde ve her türlü tasarruf yetkisine sahip olan Yüce Yaratıcı’ya karşı gösterilen tevazu, saygı, itaat ve tazimin en yüksek mertebesidir. Böyle bir saygı ise, yalnızca Allah’ın hakkı olup, ondan başkası buna layık değildir. Tevhidin aslını, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmek, yapılan ibadetlerin karşılığını yalnızca Allah’tan beklemek, yalnızca O’na güvenmek ve O’ndan yardım istemek teşkil eder (Fâtiha, 1/5; Âl-i İmrân, 3/64; En’âm, 6/161-164; Yûnus, 10/71-72, 84; Hûd, 11/123; Şuarâ, 26/109, 127, 145; Zuhruf, 43/45). İslam’da şirke benzemeye götüren bütün yollar kapatılmış, Allah’tan başkası adına yapılan yemin, adak ve kurbanlar yasaklanmıştır.4 Mutlak kudret sahibi olan Allah’a tam bir ihlas ile yapılan ibadet ve kulluk, hem zahir hem de bâtında sonsuz bir saygı ve sevgiyi içerir. Bunun için ibadetin özü, kalbin tamamıyla Allah’a dönmesi ve yalnızca ona bağlanmasıdır.

İslam’da ibadetin en yüksek mertebesi, herhangi bir menfaat düşüncesiyle değil, ancak ibadete layık tek mabud olduğu için, Allah’a tam bir acziyet içerisinde teslim olmaktır. Böyle bir teslimiyet, inanan gönüller için üstün bir haz, yakıcı bir vuslat ve kısacası derin bir mutluluk demektir. Nitekim, Hz. Peygamber, “Namaz, gözümün aydınlığı kılındı” buyurmuştur.

Tevhid anlayışının bir sonucu olarak İslamiyet, kul ile Allah arasına tanrı imajı, resim, heykel veya din adamı gibi çeşitli vasıta ve aracıların girmesini kesin olarak yasaklamış; her kulun doğrudan doğruya ve aracısız olarak Yüce Allah’a ibadet etme esasını getirmiştir. Bu sebeple de İslam dininde “ruhban sınıfı” adıyla bir zümre bulunmamaktadır. Din bilginlerinin görevleri, sadece bildiklerini bilmeyenlere öğretmek ve bilgilerini soranlardan saklamamaktır. İslam nazarında din bilginlerinin, başkaları üzerinde, kendilerine din tarafından verilen “dinî” bir üstünlük ve hâkimiyetleri bulunmamaktadır.

İslam’da ibadetlerin ifası sırasında maddi ve ruhi hayat arasında denge gözetilmiştir. Dünya hayatı için ahiret, ahiret hayatı için de dünya hayatı feda edilmeyerek, hem dünya hem de ahiret iyiliği esas alınmıştır (Bakara, 2/200-202; İsrâ’, 17/18; Kehf, 18/28; Haşr, 59/18-19). Peygamber Efendimiz de ümmetine dengeli ve itidalli bir dinî hayat tavsiye etmiş, ibadetlerde aşırıya gitmek isteyen bazı arkadaşlarını uyararak, insanın nefsinin ve aile fertlerinin kendisi üzerinde hakları bulunduğunu ve her hak sahibine hakkının verilmesi gerektiğini, kendisinin Allah’tan en çok korkan ve O’na en çok ibadet eden bir kişi olduğunu, bununla birlikte kendisinin de evlendiğini, bazen oruç tutup, bazen tutmadığını, geceleri hem namaz kıldığını hem de dinlendiğini belirtmiştir. O, “Ey insanlar! Dinde aşırılıktan sakınınız. Muhakkak ki, sizden öncekileri dindeki aşırılıkları helak etmiştir.”(Nesâî, “Menâsik”, 217; İbn Mâce, “Menâsik”, 63) “Ey insanlar! Size orta yol gerekir. Siz bıkmadıkça Allah asla bıkmaz”( İbn Mâce, “Zühd”, 28) buyurmuştur.

İbadetlerde kolaylığı temin etmek ve zorluğu gidermek genel bir kuraldır. Kur’an-ı Kerim sıkıntı ve eziyet değil, Allah’tan korkan kimseler için bir öğüt ve ibret olarak gönderilmiştir (Tâhâ, 20/2-3). Taharetle ilgili hükümler zorluk ve sıkıntı için değil, bizleri temizlemek için vazedilmiş (Mâ’ide, 5/6); rükû, secde, ibadetler ve cihat konularında dinde zorluk istenmemiştir (Hac, 22/77-78). Ayrıca, meşakkati gidermek ve kolaylığı tercih etmek hususunda pek çok ayet bulunmaktadır (Bakara, 2/185; Nisâ’, 4/28; A’râf, 7/157). Bu kural neticesinde namaz, oruç ve hac gibi çeşitli iba detlerde, hastalık ve yolculuk gibi bazı sebeplerle, birtakım ruhsat ve kolaylıklar verilmiştir.

İbadetlerde, az da yapılsa, devamlılık ve süreklilik asıldır. İslam’a göre insan, teklif çağına girdiği andan ölünceye kadar geçen süre içerisinde ibadetlerden sorumludur (Hicr, 15/98-99). Bu sebeple bazılarının, Rablerine yaklaştıkları veya yeteri kadar çile çektikleri gibi birtakım gerekçelerle kendilerinden ibadet veya tekliflerin düştüğünü ileri sürmeleri açık bir sapıklıktır. Şayet, bu sebeplerle herhangi bir insandan ibadet yükümlülüğü düşmüş olsaydı, buna en layık kişiler Allah’ın peygamberleri olurdu. Hâlbuki Allah’a en çok ibadet eden kimseler O’nun peygamberleri olmuştur.