Hz. Peygamber Ve İlk Vahiy

Allah’ın gizli bir yol ile süratli bir biçimde insanlardan seçtiği kullarına bilgi aktarmasına vahiy denmektedir. Kendisine bilgi aktarılan kimse peygamber değilse, gelen bilgiye ilham denir. İlhamın başkaları için bağlayıcılığı yoktur. Vahiy, Hz. Adem (as.) ile başlamış Hz. Peygamber (sas.) ile son bulmuştur. Vahyin kitap şeklindeki son örneği Kur’an-ı Kerim’dir. Allah’ın insanlara gönderdiği vahiy olgusunun son halkası olan Kur’an-ı Kerim, miladi 610 yılının Ramazan ayında (2. Bakara, 185) mübarek (44. Duhan, 1-3) Kadir Gecesi’nde (97. Kadir, 1) varlık sahnesine çıkmıştır. Kadir Gecesinin “bin aydan daha hayırlı” olması, onda Kur’an’ın inmiş olmasındandır. Bu ifade, Kur’an vahyinin insanlık için ne kadar değerli oldugunu da ortaya koymaktadır. İlk inen Kur’an ayeti İkra (OkU!) emri ile başlamıştır. Fakat bunun öncesinde Hz. Peygamber’i vahiY almaya psikolojik olarak hazırlamak için Yüce Allah, ona uyandıgında aynıyla gerçekleşen ‘sadık rüyalar’ göstermiştir. peygamber Efendimiz, gündüz yaşayacağı şeyleri veya önemli olayları gece rüyasında görmekteydi. Buna bir anlam vermekte zorlanıyordu. Içinde, Mekke’nin müşrikler tarafından kirletilen bunaltıcı havasından çıkarak uzaklara gitme ve kendi başına kalma hissi uyandı. Bunu gerçekleştirmek için -dedesi Abdülmuttalib’in de bir zamanlar ramazan ayında yaptığı gibi- Mekke yakınlarında Nur dağındaki Hira mağarasında, tek başına derin düşüncelere dalmaya başladı. Mağarada günlerce kalıyor ve son zamanlarda kendisinde meydana gelen degişiklikleri anlamaya çalışıyordu. Kendisini sonsuz güç ve ululuğunu merak ettiği Allah’a yönelme düşüncesi kaplamıştı. Yanına aldığı azık blttiğinde evine dönüyor, ihtiyaçlarını görerek tekrar Nur dağına gidiyordu. Aralıklarla dört-beş yıl kadar sürdüğü tahmin edilen bu dönem, vahiy meleği Cebrail’in gelip ona Kur’an’ı okumasıyla sona erdi.

Vahyin ilk gelişi, şu şekilde cereyan etmiştir: Kırk yaşında olan Hz. Muhammed (sas.) Hira mağarasında uyanık olarak bulunduğu bir sırada, daha önce hiç görmediği esrarengiz bir varlık (Cebrail) karşısına çıktı ve ona “Oku!” dedi. O da “Benim okumam yok” cevabını verdi. Esrarengiz varlık onu tuttu ve gücü kesilinceye kadar sıktı. Bir müddet sonra bırakıp yeniden “Oku!” dedi. O yine “Benim okumam yok” cevabını verdi. Melek, Hz. Muhammed’i ikinci defa gücü kesilinceye kadar sıktı. Sonra bırakıp yine “Oku!” dedi. O üçüncü olarak “Benim okurnam yok” dedi.

Nihayet melek onu yakalayıp üçüncü defa gücü kesilinceye kadar sıktı. Sonra bırakıp şöyle dedi: Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir alaktan/embriyodan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz iyilik sahibidir. Kalemle öğreten odur. İnsana bilmediğini de o öğretti (96. A1ak, 1-5). Cebrail’in getirdiği ayetleri ögrenen Hz. Peygamber, titreyerek evine döndü ve eşi Hz. Hatice’ye “Beni örtünüz!” dedi. Sonra da bir süre yatarak dinlendi. Sakinleşmiş olarak kalkan Resulullah (sas.), başından geçen hadiseyi Hz. Hatice’ye endişeli bir dille anlattı. Hz. Hatice onu teselli etti ve kendisi gibi çevresi ile iyi geçinen, akrabasını görüp gözeten, fakire yardım eden ve misafiri ağırlayarı bir kimseyi Allah’ın utandırmayacağım söyledi. Hz. Hatice, durumu bir de amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e açmak istiyordu. Peygamberimiz bunu uygun görünce birlikte Varaka’ya gittiler. Varaka b. Nevfel, cahiliye devrinde Hristiyarılığı kabul etmiş, İbranice bilen ve artık gözleri görmez olan yaşlı bir bilgindi. Hz. Peygamber başından geçenleri anlatınca Varaka onu teselli etti, kendisine gelenin daha önce Hz. Musa’ya da gelen Namus (Cebrail) oldugunu söyledi ve peygamberliğini müjdeledi. Tebliğe başladığında eğer hayatta olursa kendisine uyacağını ve yardım edeceğini söyledi (Buhari, “Bed’ü’l-vahy”, 3, “Ta’bir”,1; Müslim, “İman”, 252; Müsned, VI. 232).

Hira mağarasında yaşadığı olaydan sonra eşi Hatice’nin tesellisi ve Varaka’nın bilgilendirmesi sonucunda peygamberlikle görevlerıdirildiğini kesin bir biçimde anlayan Hz. Peygamber, böylece üç-beş yıldır başından geçen hadiselere, yaşadığı ruhi değişikliğe de artık bir anlam verebiliyordu. Hz. Peygamber’in, melek ile ilk karşılaşmasını ve sonraki yıllarda başından geçen olayları açık yüreklilikle çevresine anlatması, onun bir vahiy beklentisi içerisinde olmadığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Vahiy meleği geldiğinde Hz. Peygamber’in hissettiği korku ve tedirginlik, beklediği bir şeye kavuşanın halinden çok ötedir. Zaten Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in bir Peygamberlik beklentisi içerisinde olmadığı açıkça ifade edilmektedir (28. Kasas, 86).
Alak suresinin ilk beş ayetinin inmesinden sonra vahyin bir süre kesildiği bilinmektedir (Buhari, “Bed’ü’l-vahy”, 3). Muhtemelen birkaç ay süren bu zaman zarfında Hz. Peygamber büyük sıkıntı yaşamış, Hira’da gelen varlığın vahiy meleği Cebrail oldugundan şüphe duymaya varıncaya kadar bir dizi tereddütleri olmuştur. Ancak her defasında Cebrail ona görünmüş, kendisinin peygamber olduğunu hatırlatarak tesellide bulunmuştur. Bu aşamadan sonra Müddessir suresinin ilk ayetleri nazil olmuştur (Buhari, .’ vah ” 4 “Bed’ü’l-halk” 7 “Tefsir” 74 96. Müslim “Iman” 73 161). Bundan sonra vahiy, uzun bir süre kesintiye uğramaksızın devam euniştir. Vahyin kesintiye uğraması, peygamberliğin Hz. Muhammed’e Allah tarafından verilen bir görev olduğunun en önemli delillerindendir. Eğer Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’in eseri olmuş olsaydı o, hiç böyle bir sıkıntı yaşamaz ve uzun süre beklemek orunda kalmazdı. Başından geçen bu alışılmadık durumlardan hiç bahsetmezdi. Halbuki Allah, bu dönem içerisinde Hz. Peygamber’i ileride ağırlaşacak olan görevine hazırlamakta ve Rabbi ile olan bağlantısını güçlendirmekteydi. Bu olaylar, vahyin ancak Allah’ın dilemesi ile nazil olacağını, bu konuda peygamber dahil hiç kimsenin Allah’ı bir mecburiyet içerisinde bırakamayacağını da göstermektedir.

İkinci bir kesinti Duha suresinin inmesinden önce yaşanmış, müşrikler Allah Elçisi hakkında “Rabbi onu terk etti.”, “Şeytanı onu bıraktı.” gibi rencide edici ifadeler kullanmışlardır. Duha suresinin inmesiyle, Allah’ın peygamber olarak seçtiği insanı asla sıkıntı ve üzüntü içerisine sokmayacağı ve kendi haline bırakmayacağı açık bir dille ifade edilmiştir. Bundan sonra vahiy, olaylar ve ihtiyaçlar karşısında parça parça inmeye devam ederek yaklaşık yirmi üç yıl içerisinde tamamlanmıştır. Hz. Peygamber, inen ayetleri en yakınından başlayarak kendisine inanan (sahabe) ve inanmayanlara okumuş, Müslümanlar arasından seçtiği okuma yazma bilen arkadaşlarına da bunları yazdırınıştır. Ezberleme ve yazı, Kur’an’ın nazil oldugu süre içerisinde birlikte varlığını sürdürmüştür.

Kur’an’ın bir veya birkaç defada toplu olarak indirilmeyip yirmi üç yıl içerisinde toplumun durumuna ve gelişen olaylara göre indirilmesi, Kur’an’a has bir durumdur. Bunun Hz. Peygamber’e (42. Furkan, 32), Müslümanlara ve Kur’an’ın ilk muhataplarına sağladığı büyük yararlar olmuştur. Toplumun vahye olan ilgisinin Canlı tutulması, Hz. Peygamber’e olan bağlılığın vefatına kadar sürmesi, hükümlerde tedricilik, toplum hayatındaki önceliklerm tespiti, vahye karşı düşmanlık besleyenlere zaman tanınarak gönüllerinin kazanılması vahyin parça parça gelmesinin sağIadığı faydalardan birkaçıdır (bkz. Buhari, “Fed:lilü’l-Kur’an”, 6).