Hz. Peygamber (sas.), kendisine gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ ediyor sonra da vahiy katiplerine yazdırıyordu. Müslümanlar da gelen vahyi öğreniyor, ezberliyor, hatta bir kısmı yazarak yanlarında muhafaza ediyorlardı. Yazılı kültüre uzak olan Araplar, güçlü ezberleme özellikleri sebebiyle nazil olan ayet ve sureleri muhafaza noktasında bir sıkıntı çekmiyorlardı. Arap yazısının ilkel, okuma yazma bilenlerin sayısının da az olması sebebiyle başlangıçta yazma işi ezberlemenin aksine az sayıda Müslümanla sınırlı kalıyordu. Mekke döneminin sonlarından itibaren okuma yazma noktasında da olumlu bir ilerleme olmuştur. Özellikle Medine döneminde hem yazı malzemesi çoğalmış hem de yazı bilenlerin sayısı artmıştır. Normal olarak ticaretle uğraşarı ve ülkeler arası ticaret yapan Mekkeliler, geçimlerini tarım ve hayvancılıktan sağlayan Medinelilere göre okuryazarlık bakımından daha iyi seviyedeydi. Bu sebeple, sayıları kırka Varan vahiy katiplerinin çoğu Mekkelidir.
Hz. Peygamber, okuma yazma bilen sahabileri Medine’de Mülümanlara yazı öğretmeleri için görevlendirmiştir. Abdullah b. Sa’id b. As, Ubade b. Samit ve Hafsa bt. Ömer yazı öğretmek üzere görevlendirilen sahabilerdendir. Kur’an ayetleri, Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren yazılmaya başlanmıştır (25. Furkan, 5; 52. Tür, 1-3; 80. Abese, 11-16; 98. Beyyine, 2). Vahyin üzerine yazıldığı bir belge ve sayfa ile ilgili en önemli tarihi bilgi, Hz. Ömer’in Müslüman olması hadisesinde geçmektedir. İlk dönem tarih kitaplarında geçen rivayete göre, kız kardeşi ve eniştesi yazılı bir metin üzerinden Taha suresini okuyorlarken Ömer yanlarına girmiş, onlardan okudukları metni istemiş ve boy abdesti aldıktan sonra getirilen metni okumuştur.
Hz. Peygamber tarafından vahyi yazmakla görevlendirilen vahiy katipleri, o günün şartlarında ellerine geçirdikleri yazmaya elverişli malzemelere inen ayetleri yazıyorlar, sonra da bunları temize çekerek Resulullah’a kontrol ettiriyorlardı (Buhari, “Fedalilü’l- Kur’an”, 4). Üzerine vahiy yazılan malzemeler çok olmakla birlikte bunların en meşhurları ilk dönemlerde develerin kürek ve kaburga kemikleri, tabaklanmış deri parçaları, beyaz taşlar, hurma dallarının uygun yerleri, kırık seramik parçaları, tahta, parşömen ve papirüsler iken sonradan parşömen ve papirüsler iyice yaygınlaşmıştır. Medine döneminde kağıt yaygınlaşarak diger malzemelerin yerini almıştır (Müsned, V. 185; Hamidullah, Kur’an-ı Kerim Tarihi, s. 4:). Kağıdın bollaşması, yazılan ve temize çekilen Kur’an metinlerinin saklanmasını da kolaylaştırmıştır. Yazılan metinlerin muhafazası konusunda Peygamber Efendimizin katı davranmadığı, vahyin kaybolma endişesi olmadığından (87. A’la, 6-7) yazıya geçirilen vahyin daha fazla kişi tarafından yazılıp ögrenilmesi için çoğu kere vahiy katiplerinin yanında bırakıldığı anlaşılmaktadır.
Saklanmak için yazılan vahiyler, makul bir müddet sonra Hz. Peygamber’e iade ediliyordu. Ancak ayetlerin yerlerinin belirlendiği, surelerin büyük ölçüde tamamlandığı ve vahyin tebliğinde herhangi bir sıkıntının yaşanmadığı Medine döneminin son yıllarında özel olarak yazdırılan Kur’an’ın, Hz. Peygamber’in evinde korunduğu ve saklandığı tahmin edilmektedir. Çünkü ashabın ilgili olanları, vahyin tebliği esnasında kendileri için yazıp şahsi nüshalar oluşturuyorlardı. Hz. Peygamber, Zaman zaman yazısı güzel olan sahabilere dağınık halde bulunan vahiy parçalarını, surelerdeki yerlerine göre yeniden yazdırıyordu.
Kur’an, Hz. Peygamber’in sağlığında mevcut tertibe göre henüz bir araya getirilerek bir kitap şeklini almış değildi. O vakit Kur’an’ın iki kapak arasına alınmamasının en temel sebebi, Resulullahın hayatta olması ve vahyin ne zaman kesileceğinin kestinlememesidir. Ancak ne zaman başladığı kesin bilinemese de ramazan aylarında Hz. Peygamber ile Cebrail birbirine karşılıklı olarak Kur’an’ı okuyorlardı (Buhari, “Bed’u’l-halk”, 6). Böylece metninin tamamı kontrol altına alınmış olan Kur’an’ın bir kitap şeklini alması yolunda tüm hazırlıklar yapılmış oluyordu. Bu okumalarda hazır bulunan Zeyd b. Sabit, Übey b. Ka’b, Abdullah b. Mes’üd gibi bazı sahabiler, sıralı ezberlerinden okuyuşu takip edebilıyorlardı. Özellikle Hz. Peygamber’in vefat ettiği yılın ramazan ayında bu okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiş ve böylece tam metin olarak Kur’an, bir mushaf olarak ortaya çıkmaya hazır duruma gelmişti (Buhari, “Bed’u’l-vahy”, 5, “Fedailü’l-Kur’an”, 7, “İtikaf”, 17, “Menakıb”, 25; Müslim, “Fedail”, 50, “Fedailü’s-sahabe”, 98, 99).
