Hz. Muhammed (sas.) peygamberlerin sonuncusu, ona indirilen Kur’an-ı Kerim de ilahi kitapların sonuncusudur. Vahiy göndermeyi Hz. Peygamber ile sonlandıran Allah, Kur’an-ı Kerim’i bu gerçeğe uygun bir biçim ve içerikte düzenlemiştir. İçinde yer alan bilgi ve konular, insanların Hz. Muhammed’in elçiliğinden kıyametin kopuşuna kadar geçecek süre içerisindeki ihtiyaçlarını giderecek miktarda ve ölçüdedir. Allah, bu gerçeğe ve amaca uygun şekilde Kur’an’ın içeriğini düzenlemiş, eksik ya da fazla bir söze yer vermemiştir (6. En’am, 38). Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim’den yararlanmak, sıradan bir kitaptan yararlanmak gibi basit bir yöntemle başarılacak iş degildir. Kur’an-ı Kerim birçok açıdan insanların yazdığı kitaplara benzemediğinden gerçekte ihtiyacımız olan konuları bulmak için farklı yöntemler uygulamak durumunda kalabiliriz. Bazı durumlarda bilgi aradığımız bir konuda Kur’an, başka yerlere göndermede bulunarak bize yardımcı olur. Mesela, Kur’an’da yer yer eski ilahi kitaplara atıflar yapılır. Bazı konuların işin uzmanlarına sorulması, telkin ve tavsiye olunur. Anlaşılması zor pek çok kapalı konuda Hz. Peygamber’in yorum ve uygulamalarına işaret edilir. Biz insanlar, zaman zaman “Şu konu Kur’an’da olmalı.” veya “Şu konu neden Kur’an’da yok ki?” gibi temenni ve Kur’an’ın indiği dönemde de olmuştur. Ancak Allah, Kur’an’ı, insanların -sonunun neye varacağını bilmedikleri- isteklerine gore tasarlamayacagını, bir bakıma Kur’an’ın onların heves ve arzularına bağli olmayacagını açıkça ifade etmiştir (23. Mü’minün, 71). Çünkü kişilerin beklenti ve talebine göre bir kutsal metin düzenlenmesi az çok tıbbi bilgileri olan, hatta bir ölçüde ilaçları da tanıyan bir hastanın çok bilgili ve tecrübeli bir doktora kendisinin uygun gördügii ilaçları dikte ettirmesi gibi bir durum olurdu. Hasta, pek çok ilacın adını ve hangi rahatsızlık için kullanılacağını bilmekle birlikte o ilacın ileride kendi bünyesine ne gibi zararlar verebileceğini kestiremeyebilir. Çünkü bu, daha geniş bir uzmanlık ve tecrübe işidir. Allah’ın ilmi sonsuz ve sınırsız oldugu için bize hangi şeylerin yararlı, hangilerinin zararlı olacağını herkesten iyi bilir. Aynca o, Kur’an’da, bizim için hep kolay ve iyi olanı tercih ettiğini (2. Bakara, 185; 19. Meryem, 97; 54. Kamer, 17,22,32,40; 94. İnşirah, 5-6), bizi asla sıkıntıya düşürme gibi bir maksat taşımadığını bildirmektedir (20. Taha, 2). Böyle olunca onun Kur’an’da bize duyurduğu her türlü bilgi, bizim ihtiyacımız ile alakalıdır ve bize yararlıdır.
Kur’an-ı Kerim’deki şu sivrisinek temsili ve buna karşı müşriklerin tavrı dikkat çeken bir örnektir: “Allah, bir sivrisineği hatta onun da üstünde olanı (ondan daha zayıf bir varlığı) misal vermekten çekinmez. İnananlar onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek oldugunu bilirler. İnkar edenler ise “Allah bu misalle ne demek istedi!” derler. (Allah), onurıla birçoğunu saptırır ve yine onurıla birçoğunu yola getirir. (Ancak) Onunla sadece fasıkları saptırır.” (2. Bakara, 26).
Müşriklerin, Allah’ın sivrisinekle ilgili temsili örnegini anlamsız ya da basit olarak görmeleri, aslında onların inanç sorunlarından kaynaklanmaktadır. Kur’an’da yer alan her bilgi ve açıklamanın insanları eğitmek, onları imtihana tabi tutmak gibi temel bir görevi oldugu bilinmelidir. Bunlara bir anlam veremeyip gereksiz görenler, daha başta imtihanı kaybedenlerdir. Gerçek iman sahipleri, bunları Allah’ın bilgi ve hikmetinin, güç ve yüceliğinin delili olarak algılarlar. Çünkü verilen örnek sivrisinek bile olsa o, Öylesine mükemmel bir yaratılışa sahiptir ki onu Allah’tan başka hiçbir varlık yaratamaz.
Modern çağda insanların bilgileri arttığı ve bilgiye erişimleri kolaylaştığı için zaman zaman Kur’an’ın içeriği onlara basit gelebilmektedir. Hatta onda yer alan bazı tarihi bilgiler, sosyolojik ve psi- kolojik tahliller, bilimin sınırları içinde görülen konulara dair açıklamalar onları tatmin etmeyebilmektedir. Böylesi bir durumun ortaya çıkması, iki önemli sebebe bağlanabılır- Birincisi, Kur’an’ın, son birkaç yüzyılda ortaya çıkan bilimsel gelişmelerin neticesinde sınırları belli olan bilimlerin kurallarına göre değerlendirilmesidir. Üstelik verilen hükümlerde, bu bilimlerin öncülleri tarafından or-taya konulan bilgi ve yöntemlerin şaşmazlığı ve mutlak doğruluğu üzerinde ısrar edilmiş olunmaktadır. Bu yanlışlık şu örnekle daha kolay anlaşılabilir. Kur’an-ı Kerim, Arapların yazılı ilk kitabıdır. Ondan önce Arapların dil kaidelerini düzenli olarak ortaya koyan ve yanlış kullanımlara dikkat çeken herhangi bir dilbilgisi kitabı da bulunmamaktaydı. Sözlü gelenek de sistemli bilgiler içermemekteydi. Kelimelerin kullanımı ve telaffuzları, kabileden kabileye, şehirden şehire farklılık gösterebilmekteydi. Arapça dilbilgisi kitapları ve yazılı dil kaideleri, Kur’an’ın inmesinden neredeyse bir asır sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. Eğer dil bilginleri çeşitli dil malzemeleri üzerinde çalışarak ortaya koydukları dil kaidelerine göre Kur’an’ı yargılamaya ve hatta onun bozuk cümleler içerdiğini söylemeye çalışırlarsa bu aklı başında hiçbir kimse tarafından kabul edilmez. Çünkü Kur’an-ı Kerim, zaten Arapça’nın en önemli kaynagıdır ve geldiği dönemde hiçbir kimse, Kur’an’ın bütün meydan okumalarına karşın ondan daha iyisini ortaya koyamamıştır. Nasıl Kur’an-ı Kerim’i sonradan oluşan dil kaidelerine göre mahkum etmek doğru değilse aynı şekilde doğruluğu konusunda kesin bir delil bulunmayan sosyal ve teknik bilimlere ve teorilere göre Kur’an’ı hatalı görmek de uygun degildir. İlmi sınırsız olan Allah’ın, son kitabı olan ve bütün insanlara hitap eden Kur’an’da yanlış bir bilgi vermesi aklen de mümkün degildir. Bir mürnin böylesi bir durumda öncelikle Kur’an’dan şüphe etmemeli, aksine araştırmalarına ayrı bir boyut katarak çalışmalarını farklı bir yönde sürdürmelidir. Mümin, kainat gibi muhteşem bir yapıyı oluşturan, gibi mükemmel bir varlığı yaratan, bilgi ve hikmet sahibi Allah’ın gönderdiği kitabın, insan aklının ve gözlemlerinin ürünü olan sağlam bilgilerle çelişmeyeceğini bilir.
Kur’an-ı Kerim’e yönelen yanlış bakıştaki ikinci problemi şöyle ortaya koymak mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de sözü edilen konular ve verilen bilgiler, sadece bizden öncekiler ve bizleri ilgilendirmemektedir, Kur’an-ı Kerim kıyamete kadar varlığını herhangi bir değişikliğe uğramaksızın sürdürecektir. Böyle olunca ondaki bazı bilgilerin öncelikle bizleri değil bizlerden asırlarca sonra yaşayacak olan insanları ilgilendirmesi pekala mümkün görülebilir. Farklı anlamlara gelebilen kelime ve ifadeler (müteşa- bih) kapsamında değerlendirilen gökyüzü ile ilgili bazı bilgiler, surelerin başlarında yer alan elif lam mim, ya sin, ta ha, sad, kaf .. ” gibi harfler (hurufi mukattaa) bu kabildendir. Bugün bunların anlamının tam olarak bilinemernesi, gelecekte de bilinemeyeceği anlamına gelmez. Belki de bunlar gelecekteki insanların Kur’an’daki payları olup ilahi hikmet onları gelecek insanlara saklamaktadır. Bilinemeyen veya kavranamayan her bir şeyin yanlış veya gereksiz oldugu söylenemeyeceğine göre gerçeğin ortaya çıkması için zamanın geçmesine ihtiyaç vardır.
Bütün bu açıklamalara rağmen Kur’an’ın akılda tutulması gereken en önemli yanı, onun bir hidayet kitabı olduğudur. Onda, merkezinde bütün varlıkların tek sahibi olan Allah’ın bulundugu bir kainat ve dünya modeli ortaya koyuıdı’akta, hikmet ve adalet prensibine göre işleyen bu model içerisinde her bir varlığa bir rol biçilmekte ve bu rolün en iyi bir biçimde oynanabilmesi için gerekli altyapı ve şartlar hazırlanmaktadır. Kur’an-ı Kerim bir hidayet kitabı olduğuna göre ondaki en merkezi yerin hidayeti veren varlığa ait olması gerekir. Gerçekte de öyledir. Kur’an’ın en merkezi konusu Allah’ın zatı, sıfatları, eylemleri, Allah-insan, Allah-kainat ilişkisidir (uluhiyet). Ondan sonra sırasıyla geçmişten günümüze insan ve insanın tarihi, kainat ve ahiret hayatı gelir. Diğer konuların tamamı bu ana konular içerisinde yer almaktadır.
