Süleyman (a.s.), ordusunda bulunan kuşları kontrol etti. Çavuş Kuşu denilen Hüdhüd’ü bulamadı ve şöyle seslendi:
“-Hüdhüd’ü niçin göremiyarum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Bana apaçık bir delil getirmelidir. Yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım, yahut da keserim.” (en-Neml 27/20-21) Ordu, disiplin demekti. Orduya disiplin gerekti.
Süleyman da (a.s.) bu gereğe uydu. Önemli bir sebep yoksa, izinsiz ayrılan Hüdhüd’ü şiddetli şekilde cezalandıracağını tüm orduya duyurdu.
En uygun yol da buydu …
Çok geçmedi. Hüdhüd çıkageldi. Süleyman’a (a.s.):
“-Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’ den gerçek bir haber getirdim.
Orada halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum.
Onun ve milletinin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah’a secde etmemeleri için, şeytan kendilerine yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur. Bunun için doğru yolu bulamazlar.
Yüce arşın sahibi olan Allah’dan başka ilah yoktur.’’ (en-Neml 27/22-26)
Hüdhüd getirdiği bu haberlerle iyi bir keşifçi olduğunu göstermekteydi.
Ama acaba doğru mu söylemekteydi?
Süleyman (a.s.) Hüdhüdün söylediklerini dinledi. Hemen hüküm vermedi.
“Hüdhüd habersiz ayrılışının suçunu örtmek isteyebilir” diye düşündü. Tahkiki uygun gördü. Şöyle dedi:
“Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın? Bakacağız!’’ (en-Neml 27/27)
Emir, verilen haberi tahkik etmek mevkiindeydi. Hemen inanamaz, ilk anda da reddedemezdi.
Mü’minlere Allah’ın emri de böyleydi.
Haber önemliydi.
Önemi iki yönlüydü: Süleyman’dan (a.s.) başka bir hükümdar daha vardı. Tahtı da tacı da bulunmaktaydı ve üstelik kadındı…
Bu hükümdar ve milleti din bakımından da sapıktı. Allah’ a değil, güneşe tapmaktaydı…
Süleyman’ın (a.s.) iki önemli sıfatı, hükümdarlık ve peygamberlikti.
Derhal haberle ilgilendi ve Hüdhüd’ e şu emri verdi:
“-Şu mektubumu götür, onlara at; sonra bir yana çekil, varacakları sonuca bak!” (en-Neml 27/28)
Hüdhüd emredileni yaptı. Mektubu melikenin tahtına bıraktı. Çekildi; ne yapacaklarına baktı.
Ülkenin melikesi, mektubu aldı, ileri gelen adamlarını çağırdı ve söze şöyle başladı:
“-Ey seçkin topluluk! Bana çok önemli ve şerefli bir mektup bırakıldı.
O, muhakkak ki Süleyman’dandır ve o, (mektubun ilk satırı) bismillahirrahmanirrahim’ dir.’’ (en-Neml 27/29-30)
Mektupta bildirilen emirler şöyleydi:
“Bana karşı baş kaldırmayın!
Ve bana müslüman olarak gelin.’’ (en-Neml 27/31)
Melike bu emri duyurdu. Devletin ileri gelenlerinin bu konudaki düşüncelerini sordu.
“-Ey seçkin topluluk! Bana bu işim hakkında bir fikir verin! Sizin görüşünüz olmadan ben hiç bir işi yapmış değilim.’’ (en-Neml 27/32)
İleri gelenlerin cevabı:
“-Biz güçlü kimseler ve zorlu savaş adamlarıyız. Emir senindir. Sen emretmene bak!”
Melike:
“Doğrusu hükümdarlar, bir şehre girdikleri zaman orasını perişan ederler. Halkından şerefli olanları hor ve hakir kılarlar. Bunlar da böyle yapacaklardır.”
“Ben onlara bir hediye göndereyim de elçilerin ne ile döneceklerine bakayım.’’ (en-Neml 27/33-35)
Danışma, iyi bir yönetimin gereğiydi. İdarecilerin mahkümiyet derecesindeki göreviydi.
Yakıp yıkma, hükümdarların istila ettikleri ülkelerdeki ilk işiydi. Melike; önceki bilgisine dayanarak, biraz da taht kaygısına kapılarak, karardan önce danışma ve yoklama (istihbarat) usullerine baş vurdu. Kendi kendine birtakım diplomasi planları kurdu. Düşüncesini uygulamaya koydu.
Elçileri hediyelerle Süleyman’a (a.s.) gönderdi:
Elçiler, Süleyman’ın (a.s.) huzuruna çıktılar. Hediyelerini sundular. Süleyman (a.s) hediyeleri kabul etmedi. Elçilere şöyle dedi.:
“-Siz bana mal ile yardım mj ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size vermediğinden daha hayırlıdır. Belki siz hediyenizle böbürlenirsiniz.”
Elçilerin reisine hitaben:
“-Dön onlara! And olsun ki, önüne geçemeyecekleri ordularla gelir, onları hor ve hakir oldukları halde oradan çıkarırım. ” (en-Neml 27/36-37)
Melikenin elçileri hediyeleriyle ülkelerine geri döndüler …
Melikenin Tahtı
Süleyman (a.s.) ordusunun ileri gelenlerini topladı. Onlara:
“-Ey seçkin topluluk! Onlar bana teslim olmalarından önce, melikenin tahtını hanginiz bana getirebilir?” dedi.
Cinlerden (kuvvetli ve becerikli olan) bir ifrit:
“-Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm. Eminim ki buna gücüm yeter!” dedi.
Kendinde ilahi kitaptan bir ilim bulunan biri:
“-Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm,“ dedi. (en-Neml 27/30-40)
Çok geçmeden Süleyman (a.s.) tahtı yanında buldu ve şöyle konuştu;
“-Bu Rabbimin fazlındandır!. Beni imtihan etmek içindir. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü yapacağım?
Kim şükrederse, kendisi için şükretmiş olur; kim de nankörlük ederse, muhakkak ki Rabbim onun şükrüne muhtaç değildir. O’na yine de nimet verir.’’ (en-Neml 27/40)
Süleyman (a.s.), benzeri bir başkasına verilmemiş saltanat ve nimetleri, sonsuz şükür ile karşılıyordu. İnsanlara örnek oluyordu.
Kavuşulan her nimet, şükür ve Allah’ a bağlılığı arttırmalıydı. Kulu azdırmamalı, saptırmamalıydı…
Bir tarafta melike yol hazırlıklarının sürdürüyordu. Öte yanda Süleyman (a.s.) etrafındakilere şu emri veriyordu.
“-Melikenin tahtını onun tanımayacağı hale getirin. Bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanımayacak mı?’’ (en-Neml 27/41)
Melike gelince:
Tahtı kendisine gösterilerek:
“-Senin tahtın böyle miydi? denildi.”
Melike:
“-Sanki bu, odur. Ondan önce de bize bilgi verilmişti. Biz müslüman olmuştuk.” (en-Neml 27/42)
Aslında melikeyi o zamana kadar (müslüman olmaktan) alıkoyan AIlah’tan başka taptığı şeylerdi. Çünkü kendisi inkarcı bir millettendi. (en-Neml 27/43)
Melike’ye denildi:
“-Köşke gir!”
“Salonu görünce onu derin bir su zannetti. Eteğini çekti.”
Süleyman (a.s.):
“-Doğrusu bu camdan yapılmış şeffaf bir saraydır” dedi.
Melike:
“-Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi. (en-Neml 27/44)
Melike ile birlikte milleti de müslüman oldu. Güneşe tapmak zilletinden ve şirkinden kurtuldu. Tevhidi buldu.
Bu, hükümdarlar seviyesinde yapılan ve kazanılan büyük bir tevhid mücadelesiydi.
Peygamberin amacı; yakmak, yıkmak, mahvetmek, hükümran olmak, toprak zabt etmek değildi. Gönülleri Allah’a çevirmek, i’lay-ı kelimetullah görevini yerine getirmekti. Tevhid mücadelesi vermekti.
Süleyman (a.s.), bu olayla, bu ilkeye güzel bir örnekti …
